Selam gençler, nasılsınız? Geçen haftasonu Mardin’deydik. Sizlere hazır hafızamda sıcakken gezimizi anlatayım. Aslında Mardin’e yorgun, uykusuz ve çok üşenerek gittik. Bu Mardin planı başından beri çok hevesli olmadığım bir plandı. Ama arkadaşlar sonuçta yapmışlar güzelce planı, ben de uydum.
Uykusuz Başlangıç
Geziden önceki Perşembe gecesi Fazıl İstanbul’a geldi. Gece 01:30 falandı herhalde geldiğinde. Biliyorsunuz benim uyku saatimi fazlasıyla geçen bir saat. Ertesi sabah yani Cuma sabahı da bir toplantım olduğu için erken kalkıp ofise gittim. Böylece uykusuzluğum başlamış oldu. Cuma gecesi de çok geç saate kalmasak da akşam Fazıl ve o gün İstanbul’a gelen Yeliz’le yemeğe çıktık. Gece yarısı gibi yattık herhalde.
Mardin uçağımız Cumartesi sabahı 05:30 gibi bir saatteydi. O yüzden çok az bir uykuyla kalkıp havalimanına gittik. Cumartesi günü başladık Mardin gezisine. Fazıl ve Yeliz ise bir gün sonra katıldılar bize. Uçak Mardin’e indiğinde ben zaten uykusuzluktan moron gibiydim. Arabamızı kiralamadan aldık, otelin yolunu tuttuk. Allahtan odalardan biri hazırmış da en azından bir odaya girip eşyaları falan atıp elimizi yüzümüzü yıkadık. Bu arada Mardin’e tur ile gitmiyorsanız mutlaka araba kiralayın. Gezilecek yerlerin arası uzak ve ulaşım kısıtlı.
Kahvaltı saati daha geçmediği için otelde kahvaltımızı yapık. Otelimiz Mardin’in merkezinde Artuklu’da gezilecek bir çok yerin ortasındaydı. Otelden çıkıp etrafta biraz gezindik. Eski Mardin’in mimari dokusu benim çok hoşuma gitti. Eski taş konaklar, medreseler, camiler birbirleriyle güzel bir uyum içindeler. Çöl rengi diyesim geliyor çoğu yapı için.
Mezopotamya Denizi
Eski Mardin bir tepenin üstüne kurulmuş. Tepenin en tepesinde de Mardin kalesi var. Tabi kaleden geriye pek bir şey kalmamış. Şu anda da ziyarete açık değil. Mardin’in içinden, bulunduğu tepenin üzerinden etkileyici bir mezopotamya manzarası görünüyor. Sonu gözükmeyen bir düzlük. Sanki ovaya değil de bir denize bakıyormuşsun hissi uyandırıyor insanda. Hatta gündüz nasıl göründüğünü bilmeyen bir insan için geceleri daha çok bir denizi andırıyor.
Biz Mardin’in içinde birazcık gezinip, otelimize yürüyüş mesafesinde olan Sabancı müzesine gittik. Hem müze hem de fotoğraf sergisi. Çok kapsamlı veya büyük değil ama görmek güzeldi. Bu arada Mardin’de bizim gördüğümüz kadarıyla sabahları çok fazla yer açık olmuyor. Sabahın köründe kalkıp bir yerlere oturup kahvaltı yapmak veya çay/kahve içmek için opsiyonlar limitli.
Biz öğlen civarı Midyat’a doğru yola çıktık. Midyat’ta gitmek istediğimiz birkaç restoran da vardı. Acıkmış olduğumuz için ilk önce karnımızı doyurmaya Çağdaş Et Lokantasına gittik. Mardin’in mutfağı et ağırlıklı haliyle. Burada ve seyahatin geri kalan kısmında bol bol et yedik biz de. Çağdaş’ın yemekleri güzeldi ama hani öyle çok etkileyiciydi diyemeyeceğim. Yalnız enteresan bir şekilde kaşarlı pidesi çok başarılıydı. Kaşarlı pide söylememize biraz şaşırdı garson gerçi. Ama pide gerçekten çok başarılıydı.
Estetik Kaygılar
Yemekten sonra Midyat’taki Hükümet Konuk Evi’ni gezdik. Orada şimdi adını hatırlayamadığım ünlü bir dizi çekildiği için özellikle Sibel’in çok görmek istediği bir yerdi. Bu tarihi taş konaklar gerçekten etkileyici. Kendilerine has bir estetik yanları var. Bu konaktan çıkınca konuk evini uzaktan gören başka bir konağın tepesinde birer kahve içip Midyat manzarası seyrettik. Tam da gün batımına denk geldik, çok hoş bir manzara oldu bizim için. Burada benim dikkatimi çeken, insanı üzen bir durum da vardı. Oturduğumuz konak Beyaz Konak’tı galiba. Buranın tepesinden bakınca bir tarafta eski yapısı ile şehrin tarihi taş binaları var. Başka bir tarafta ise bütün çirkinliği ve uyumsuzluğu ile yeni yapılar. Bu duruma hem Türkiye’de hem yurtdışında defalarca denk geldim. Çok bilgili olduğum konular değil bunlar. Acaba artan nüfusla ve çeşitli ekonomik sebeplerle bu kaçınılmaz bir durum mu? Yoksa tarihi doku korunup, yeni yapılar da buna uygun inşa edilebilir mi? Kafamda çeşitli estetik kaygılar.
Midyat’taki Hükümet Konuk Evi’ni ziyaret ettikten sonra Mor Gabriel Manastırını ziyaret etmek istedik ama ziyaret saati bitmişti. Biz de onun yerine künefe yemeğe karar verdik Midyat’ta. Sadık künefe diye meşhur bir künefeci varmış oraya gittik. Künefe gelmeden önce değişik bir sunumları vardı. Ortaya çeşitli çerezler ve meyveler getirdiler. Künefenin yanında da süt geldi. Künefe mükemmeldi diyemeyeceğim ama güzeldi. Bir de Mardin’in meşhur bir tatlısı varmış, soğuk baklava; baklavanın soğuk, sütlü ve çikolatalı hali, onu yedik.
Biz künefeciden çıktıktan sonra hava kararmıştı. Mardin-Midyat arasındaki yol biraz ıssız olduğu için dönüşümüzü çok geçe bırakmamak istedik ve Mardin’e geri döndük. Merak edenler için Mardin-Midyat arası yaklaşık 1 saat sürüyor. Uykusuzluktan dolayı zaten hepimiz çok yorgunduk. Arabayı park edebilmemiz biraz uzun sürdü. Mardin’in merkezi canlıymış geceleri. Arabayı park ettik, otele yürüdük derken iyice yorulmuşuz. Biraz daha otelin terasında takılıp yatıp uyuduk.
Fazıl, Yeliz, İskeletler ve Tarihi Şeyler
Ertesi sabah Fazıl ve Yeliz bizlere katıldılar. Onları havalimanından alıp otele getirdik. Çok beklemeden, biz dinlenmiş, ama Fazıl’la Yeliz yorgun bir şekilde başladık gezmeye. İlk önce Dara antik kentine gittik. Burası gerçekten etkileyici bir yerdi. Gönüllü rehberimiz Mevlüd sayesinde birazcık anlayınca da ne ne anlama geliyor daha da etkileyici oldu her şey. Birazcık biliyorduk Mardin’in farklı kültür ve dinlerin birleştiği bir yer olduğunu ama burada iyice anladık. Toplu mezarların içindeki gerçek kemikleri görmek de değişik bir tecrübeydi. Milattan önceye gidecek kadar eski yapıları, insan ürünü kalıntıları görmek bana gerçekten ilgi çekici geliyor. Modern sanat galerilerindense veya modern olmasa da daha yakın tarihli sanat eserlerindense böyle daha tarihi şeyler nedense benim için daha ilgi çekici oluyor hep. Mardin’e gidenler mutlaka bu antik kenti görsünler.
Dara’dan sonra Deyrulzafaran Manastırını görmeye gittik. (İsmini yazarken hala Google’a bakmak zorunda kalıyorum.) Burası da Mardin’e gidenler için mutlaka görülecekler arasında. Dara’da olduğu gibi burada da beni çok etkileyen şey bu kadar eski bir yapının varlığını görmek oldu. Galiba 5. yüzyılda yapılmış ilk kısımları. Buradaki rehberler sayesinde biraz Süryani kültürü ile ilgili bilgiler de edindik. Benim çok cahil olduğum bir konuydu. Patriklerinin sürülmesine karşı bizim rehberimizde gururla karışık hafif saldırgan bir tavır da sezdik yakın tarihte olan şeylerle ilgili. Bu da bu ziyaretin ilginç bir yanıydı.
Açlık ve Yine Yetişilemeyen Manastır
Aslında buradan sonra planımız başka bir Süryanı manastırı olan Mor Gabriel Manastırına gitmekti ama baktık yine yetişemeyeceğiz ziyaret saatine ve hepimiz çok açız, orayı bir sonraki güne bırakmaya karar verdik. Mardin merkeze dönüp yemek yemeğe meşhur yerlerden biri olan Kebapçı Yusuf Usta’nın yerine gittik. Salaş, küçük ve kalabalık bir yerdi. Yemekler neredeyse bütün Mardin kebapları için söyleyebileceğim bir şekilde güzel ama öyle çok abartılacak bir yanı olmayan yemeklerdi.
Bu arada yemekten önce çok aç olmamıza rağmen yolumuzun üzerinde olduğu için Kasımiye medresesini ziyaret ettik. Ne yalan söyleyeyim manastır ve Dara antik kentinden sonra benim için çok ilgi çeken bir yer olmadı. Burada bir rehberimiz yoktu. Belki de o yüzden bu şekilde gelmiştir bana bilemiyorum. Neyse. Yemekten sonra Mor Gabriel Manastırını bir sonraki güne bıraktığımız için Mardin merkezdeki görülecek yerleri gezmeye başladık. Mardin müzesi, Zinciriye medresesi ve meşhur birkaç camiyi gördük. Buraları da gezdikten sonra Fazıl ve Yeliz de yesinler diye şu bir önceki gün gittiğimiz künefecinin Mardin şubesine gittik. Biz de bir daha yedik tabi.
Yemekli Düğün
Akşam yemeği için müzikli ve eğlenceli bir yere gittik, ismi Bağdadi. Masamıza geçtiğimizde müzik zaten başlamıştı. 4-5 kişilik bir ekip fasıl müzikleri çalıyorlardı. Masada ortada bir tepsinin üzerinde mezeler vardı. Çoğunluğu bilindik mezeler. Lezzetliydi hepsi. Önden bir çorba geldi. Adını bilmiyorum. Yayla çorbasının et sulu hali gibi. Güzeldi. Sonrasında mezeler ve içli köfte tarzı birkaç ara sıcakla devam ettik. Bu sırada müzik hareketlendi, açıkçası ortam da düğüne döndü. Millet kalktı göbek attı, halay çekti, eğlendi. Biz de durmadık tabi. Biraz durulunca ana yemek olan kaburga dolması şov eşliğinde kocaman ateşli bir tepside içeri girdi. Sahnenin önünde tabaklara pay edilip masalara dağıtıldı. Baya iyiydi. Sonrasında biraz daha eğlence, tatlı falan derken yemeğin sonuna geldik. Bütün bunlar herhalde yaklaşık 3 saat sürdü. Biraz hızlıydı ama tadındaydı. Yemek sonrasında da bu günü kapattık.
Yetişilen Manastır ve Dönüş
Ertesi gün erken kalkıp ilk iş Mor Gabriel Manastırına doğru yola çıktık. Biraz uzakmış, Midyat’ı geçince. 1 saat 20 dk falan sürüyor yol Mardin’den. Biraz da ıssız bir yol, özellikle Midyat sonrası kısmı. Manastırın etrafında hiç bir şey yok desek yeri. Dışarıdan surlarla çevrilmiş bir görüntüsü var sanki kaleymiş gibi. Büyük bir yer. Etkileyici bir görüntüsü var. Rehber eşliğinde gezmeye başladık. Hem rehberin anlattıkları hem de manastırın kendisi aslında bir gün önce gezdiğimiz Deyrulzafaran manastırına çok benziyordu. Zaten ikisi de faal manastırlar. Burası daha büyük bir manastır dışarıdan göründüğü kadarıyla. Mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri, özellikle tarih ilginizi çekiyorsa.
Buradan da çıkınca tekrardan ilk gün gezdiğimiz Midyat Hüküment Konuk Evi’nin oraya gittik. Fazıl ve Yeliz orayı görmemişlerdi. Onlar orayı gezdiler, biz de ilk gün kahve içtiğimiz Beyaz Konak’ta bir kahve daha içtik. Burası Mardin gezimizin en son durağıydı. Buradan kalkıp havalimanına geçtik. Fazıl ve Yeliz bizi bıraktılar devam ettiler. Onlar Mardin’de 1 gece daha kalıp Urfa’ya geçtiler sonrasında. Biz de İstanbul’a döndük.