18.06.2017
Bugün Pazar, Ankara’da İncek’teki evimizdeyim. Evin bahçesinde oturmuş yazıyorum. Etraf çok sessiz ve sessizlik mükemmel bir şey. Gerçi kuş sesleri var bol bol ama onlar sessizliğe güzel eşlik ediyorlar. Babam da yanımdaki sallanan salıncağımsı kanepemsi şeyde uzanmış kitap okuyor. Babamın kitap okuması da huzur verici çünkü bu demek ki babam da huzurlu, stresten uzak. Etrafımdaki insanların huzurlu olması da güzel bir şey. Neyse. Şu anki durumdan biraz geriye döneyim de size haftasonu hikayemi anlatayım.
Cuma gecesi son zamanlarda en çok dinlediğim şarkıcılardan biri olan Evrencan Gündüz’ün konserine gittim. 22:00’da sahneye çıkması gerekirken 22:30’da çıktığı için biraz gıcık oldum ama arkadaş yetenekli, konser süperdi. Keşke sonuna kadar kalabilseydim ama maalesef 00:30 gibi konser bitmeden eve dönmek zorunda kaldım. Sabah 04:00’da yola çıkmam gerekiyordu, ve ben araba kullanacaktım. Can güvenliği önemli.
Bu arada babam da kitabını yanına koyup salıncağımsı kanepemsi şeyde uyumaya başladı. Demek ki gerçekten huzurlu. Bugün aynı zamanda babalar günü, belki onun da kattığı ayrı bir huzur vardır, tam olarak bilemiyorum, ama pek zannetmiyorum.
Neyse. Siz şimdi belki diyorsunuzdur, ne zorun var da sabahın 4’ünde arabayla yola çıkıyorsun diye. Gerçi muhtemelen demiyorsunuzdur çünkü tekrar düşününce o kadar da ilginç bir şey olmadığını anladım, ama ben yine de kısaca anlatmak istiyorum.
Bir süredir annem ve kedimiz Nohut, İstanbul’da bizde kalıyorlardı ve Ankara’ya dönme zamanları gelmişti. Aynı zamanda kardeşim Cansu, Amerika’ya master yapmaya gidecek yazın sonunda; ve Amerika’ya gitmeyecek olup Ankara’ya gitmesi gereken bir ton eşyası var. Kısaca açıklayabildim mi durumu bilmiyorum ama durum bu. Hikayemize geri dönebiliriz.
Sabah olmuş yollardayız. Annem güya bana çaktırmıyor ama ben uyuya kalıp arabayı bir yere gömmeyeyim diye sürekli bir konuşma halinde. Abartmıyorum iki saat boyunca susmadan konuştu. Ben de bir sus ya diyip yine ortamın huysuzu olmamak için bir şey demedim. Kafam davul gibi oflaya poflaya yol gittik iki saat. Neyse ki annemin de çenesi yorulmuş olacak ki bir duraklama yaşandı. O arada ben biraz rahatladım. Sessizlik iyidir, kendini bilen insanın da uykusunu getirmez sessizlik. Uyuyacak insan gürültüde de uyur hele ki yorgunluktan falan uyuyacaksa, ama gel bunu anneme anlat işte.
Neyse İstanbul-Ankara yolu da sonuçta öyle aman aman uzun bir yol değil, nispeten rahat bir şekilde vardık. Babam Ankara’da bizi bekliyordu ama tabi ki de bize kahvaltı falan hazırlamamış. Son dakika annemin taciziyle gitmiş ekmek simit falan almış, ortada da biraz zeytin falan var ama tabi pek bir kahvaltı sofrası denmez ona. Bu arada bahsetmeden geçemeyeceğim çok enteresan bir simit almış babam. Kendisi de şaşırdı zaten. Şöyle bir ısırık alayım diye aldım elime, simit poğaça gibi yağlı çıktı. Ama dışarıdan bildiğin susamlı simit. Isırıyorsun susamlı poğaça. Enteresan bir şey, hani kötü değil ama ikisinin yeri ayrı kanımca.
Kahvaltıyı yaptık, sonra ben biraz Cansu’nun getirdiğimiz eşyalarını yerleştirdim, özellikle kitapları yerleştirdim kütüphanemize, bilenler vardır belki, birazcık kitap, kitaplık ve kütüphane fetişim var. Tabi Cansu’nun bir iki eğlenceli eşyasını daha yerleştirip, plak vs. misali, kıyafet falan olaylarını komple anneme bıraktım. İşi ehline vereceksin. Sonra da yattım uyudum birazcık, malum erken yol, uykusuzluk falan. Sonra da evde biraz takıldım falan, çok anlatılacak bir şey yapmadım. Akşamüstü ise Fazıl’la buluşmak üzere çıktım evden.
Fazıl’la buluştuk, gittik bir yerlere oturduk. 9 el sürüp, Fazıl’ın inanılmaz şansıyla 5-4 kazandığı ömür törpüsü bir tavla maçı yaptık. Çay içtik, kahve içtik vs. vs. sonra da atladık Tunalı-Tunus civarına yemeğe gittik. Aslında önceden olsa Tunalı-Tunus civarına demek yerine Tunalı civarına derdim ama son yıllarda Tunus’a açılan güzel mekanlarla bu cadde bu onuru hakediyor.
Aslında yemek için biraz daha kalabalık olacaktık ama şu anda Ramazan ayındayız, iftar falan derken organize olmak topluca biraz daha zor oluyor. Gerçi organize olmanın zorluğu Ramazan’dan mı yoksa yıllar geçtikçe değişen hayatlarımız ve kendimizden mi bilemiyorum. Ya da belki de biliyorum ama bunlar daha derin konular, girip hikayemizi piç etmeyelim.
Bu arada dipnot, babam uyandı. Karşımda annemle oturmuş çay-kahve içip bahçedeki ağaçların arkasından konuşuyorlar. Yok o bitki çok arsızmış, kökünden kesmişler ama hemen geri çıkmış, yok o şerefsiz ağaç iki yıldır meyve vermiyormuş. Emeklilik bunlara yaradı hakikaten.
Neyse, hikayemize geri dönecek olursak, eninde sonuda buluştuk hep beraber. Toplamda 7 kişi olduk ama 15-20dk’lık aralıklarla önce 2, sonra 3, sonra 4, sonra 6, sonra 7 kişi olduğumuz ve her seferinde masaya sığmayıp yeni yer ayarlattığımız için muhtemelen mekanın emektarlarını birazcık deli ettik.
Sıkıcı bir akşamdı ama güzeldi. Her zaman sıkıcı olan şeyler kötü olmuyor. Bazen yapacak bir şey olmasa da güzel insanlarla oturup sıkıcı şeylerden bahsetmek de güzel olabiliyor. Ama sadece bazen, her zaman değil. Neyse, dediğim gibi ortam biraz sıkıcıydı, artık Ramazan, arabayla gelme vs. gibi nedenlerden dolayı ortamdaki alkol eksikliğinden mi, genel bir sıkıcılıktan mı bilemeyeceğim ama öyleydi. Çok uzatmayalım. Nispeten erken bir saatte dağıldık, eve geldim uyudum.
Sabah kalktığımda sanki böyle sabah 5’e kadar içmişim de akşamdan kalmayım gibi bir halim vardı. Bir önceki gecenin uykusuzluğundan mı emin değilim. Belki de önceki gece ne kadar içtiğimden bağımsız olarak vücut az içsem de çok içsem de her koşulda bu şekilde kalkmak gibi yeni bir huy geliştirmiştir. Bunu da bilmiyorum. Bu gün nedense bir bok bilmiyorum zaten ama genel hatlarıyla haftasonum bu şekildeydi.
Şimdi biraz kitap okuyup yayılacağım, akşama dönüş var.