İçindekiler
Selamlar gençler. Sekiz kişilik bir ekiple Aladağlar Milli Parkı’na 6 gün 5 gece trekking ve kamp yapmaya gittik. Benim için müthiş bir tecrübe oldu. Daha önceden buna benzer bir şey yapmamıştım. Aslında bu yüzden öncesinde bir tık çekiniyordum da bu seyahatten. Ama her şey süper geçti.
Fikir şöyle gelişti. Benim iki arkadaşım gitmeyi planlıyorlardı, beni de davet ettiler. Benim de çok ilgimi çekti. Sekiz kişinin geri kalanını ben tanımıyordum ama genel olarak İstanbul’da yaşayan expat’lardan oluşan bir grup şeklinde düşünebilirsiniz.
Tabi ben daha önceden böyle yaklaşık bir haftayı bulan bir trekking ve kamp organizasyonuna katılmadığım için ne malzeme gerekir çok bilmiyordum. Organizasyonun malzeme listesi, insanlara sormacalar falan derken heyecanlı heyecanlı topladım her şeyi, yaptım hazırlığımı. Zaten açıkçası organizasyon çadır falan gibi büyük malzemeleri kendi sağladığı için öyle aman aman da bir malzeme almam gerekmedi. Genel olarak soğuğa, sıcağa, rüzgara, suya dayanıklı kıyafetler türü şeyler, biraz da kafa lambası falan gibi ufak kamp araç gereçleri diyebiliriz.
Aslında tam gitmeye yakın benim arkadaşlardan biri belini sakatladığı için plan sıkıntıya girdi ama bir yandan ben böyle bir trekking ve kamp seyahatini çok merak ettiğimi farkettiğim için benim arkadaşlar gelemeseler de galiba gideceğim diyordum. Sonunda arkadaşın da beli daha iyi oldu neyse ki hep beraber yola çıktık.
Aladağlar Genel İzlenimleri
Aşağıda gün gün sizlere neler yaptığımızı anlatacağım uzun uzun ama öncesinde biraz kronolojik sıralamayı bozup sizlere bütün bu seyahatle ilgili genel izlenimlerimi anlatmak istiyorum.
Biraz karışık duygular içindeyim Aladağlar ile ilgili. Yani öyle net bir şekilde şöyleydi diyemiyorum. Muhteşem bir tecrübe olduğu kesin benim için. Kesinlikle iyi ki yapmışım. Dağların, oradaki doğanın içinde olmak, sadece gündüz değil gece de çadırda kalarak içinde olmak gerçekten hayatıma inanılmaz perspektif katan bir tecrübe oldu.
Belki de bu perspektif olayı üzerinde durulması gereken şey. Yani iyi veya kötü diye sınıflandırmaya çalışmamak lazım. Hayatıma yeni bakış açıları, yeni anlamlar kattı Aladağlar ve ben bundan dolayı çok mutluyum. Belki de olayı en iyi tanımlayan şey bu. Dağların arasında dolaşmak, öyle bir iki saatliğine değil, o dağların arasından günler, geceler geçirmek insana gerçekten farklı hissettiriyor.
Bu arada işin bir diğer yanı da öyle sürekli düşüncelere dalıp gideceğiniz bir ortam da yoktu hani orada. Çünkü yürüyüşü olsun, kampı olsun, sürekli yapmamız, dikkat etmemiz gereken bir şey vardı. Yürürken zaten sürekli nereye basacağız diye bir sonraki adımı düşünüyor insan. Öyle düz kaldırım yok şehirdeki gibi düşüncelere dalıp yürüyebileceğiniz. Yürüyüş dışında da zaten kampta ya insan kendi ihtiyaçları ve bir sonraki gün hazırlıklarıyla uğraşıyor, ya da yemek yiyip biraz ekiple sosyalleşmeye çalışıyor.
Biraz da işin uzunluğundan bahsedeyim. 6 gün galiba benim için bir tık uzundu. Belki ileride bunu tekrar yaptığımda böyle düşünmem, ya da belki tamamen lokasyonla ilgili bir durumdur bu benim için, bilemeyeceğim. Ama dördüncü günden sonra aralarda ben bir tık hani bu kadar yeter sanki demeye başladığımı hatırlıyorum. Ama hani öyle gidelim artık tadında bir şikayetim yoktu, yine güzeldi her zaman oralarda bulunmak.
1. Gün – Kazıklı Ali Kanyonu, Emli Vadisi
Uçakla Kayseri’ye gittikten sonra bizi organizasyondan Bekir Dönmez karşıladı. Kendisi zaten Demavend Travel‘ın kurucusu. Bütün trekking ve kamp boyunca bize ekibiyle beraber eşlik etti. İlk yolculuk havalimanından öğle yemeği yiyeceğimiz ve sonrasında ilk yürüyüşümüze başlayacağımız Aladağlar Milli Parkı’nın kenarındaki Dönmez Alabalık Tesisleri’ne doğru oldu. Restoran nehrin kenarında güzel bir yerdeydi. Güzel güzel alabalıklarımızı yedik, karnımızı doyurduk, biraz çay içtik, ondan sonra da ilk yürüyüşümüze başladık.
İlk günkü yürüyüş programa göre de zaten öyle zorlu bir yürüyüş değildi. Biraz tarlaların içinden geçip Kazıklı Ali Kanyonu’na vardık. O zamana kadar beni idare eden spor ayakkabılarım kanyonda kaya kaya gitmeme sebep oldular ama bir şekilde idare ettim. Zaten birinci günden sonra normal trekking ayakkabılarıma geçiş yaptm.
Yürüyüş ve hafif kayaların üzerinden atlamaca şeklinde kanyonu gezmeyi bitirdikden sonra ilk kamp alanımıza doğru yürüyüşümüze devam ettik. Yolda da ekiple kaynaştık. Gerçi ben daha ilk günden birazcık tek başıma doğanın sesini dinleyerek yürüyeyim triplerine girmeye başladım, Alican işte. Ama her şey güzeldi.
Kanyon sonrası yaklaşık bir 3-4 saat daha yürüyüp Emli Vadisindeki ilk kamp yerimize vardık. Müthiş bir alan, etraf dağlarla çevrili. Organizasyon bize benim beklediğimin çok üstünde bir akşam yemeği hazırladı. Zaten bütün yolculuk boyunca yemekler hep süperdi. Akşam yemek sonrası da biraz sohbet muhabbetten sonra çadırlara çekilip birinci günü kapattık.
2. Gün – Sıyırmalık Vadisi, Eznevit Platosu, Sokulupınar
İkinci gün tam bir trekking günü oldu. Sabah 7:00 civarı kahvaltı işlerine girişip, 8:30’a doğru da başladık yürümeye. Kamptan çıkıp ormanlık bir alanın içine daldık. Sonrasında ise dağların arasından Sıyırmalık Vadisi’ne geldik. Dağlık alanlarda yavaş yavaş yükselerek baya bir yürüdük. Bu arada tabi burada yazarak anlatması zor ama dağların arasında olup yürüyerek bütün gün zaman geçirmek müthiş bir tecrübe.
Öğle yemeğimiz için bir tepeye gelene kadar yürümeye devam ettik. Hepimiz sabahtan kendimize birer sandviç yapmıştık, güzelce onları yedik. Daha önce de bahsetmiştim ama yemek konusunda hiç sıkıntı çekmedik organizasyon sayesinde, çok güzel doyurdular bizleri.
Öğle yemeğinden sonra yürüye yürüye trekkinge devam ettik. Aralarda sert inişler çıkışlar olsa da genel anlamda çok tırmanışlı yerlerden geçmedik. Bir iki küçük şey dışında öyle sakatlık falan denebilecek bir şey olmadan tamamladık bütün günü ekipçe. Saat 16:00 civarı ikinci gün kalacağımız Sokulupınar kampımıza vardık. Böylece günün rotası olan Emli Vadisi – Eznevit Platosu – Sakartaş – Sokulupınar kampı da tamalanmış oldu.
Kampın yeri müthişti bu arada. Sonraki günler daha salaş kamplardan kalmadan önceki son bir tık daha konforlu olan kampımızdı bu. Ekibimiz de gayet iyi durumdaydı bu arada günün sonunda. Bir iki dışında kimsenin kondüsyon sorunu yoktu, zaten ekibin yarısı maraton falan koşan insanlar.
Bu kampta internet de vardı, dış dünya ile iletişim kurabildik. Yemek ve biraz sohbet sonrasında dinlenmeye çadırlara çekilip ikinci günü de kapattık bu şekilde.
3. Gün – Karayalak Vadisi, Çelikbuyduran Geçidi, Emler Zirvesi
Üçüncü gün gerçekten maceralı ve aynı zamanda da çok güzel geçti. Hatta bence hayatımda yaşadığım en güzel tecrübelerden birisi oldu diyebilirim. Aslında bakınca öyle aman aman ekstra bir şey olduğu da yok ama bu kadar doğanın içinde olmak gerçekten çok güzeldi. Yavaş yavaş anlatayım.
Günün yoğun geçeceği programdan belliydi o yüzden sabah baya erkenden kalktık. Kahvaltımızı yapıp, hazırlanıp yola koyulduk. Saat 7:15 civarıydı yola koyulduğumuzda. Bütün günün zaten tırmanışla geçeceğini biliyorduk, aynen de o şekilde başladık güne. Tabi ben ilk defa böyle bir dağ tırmanışı yaptığım için üzerimde hafif bir heyecan vardı. Hafif zorlanarak ama emin bir şekilde ekipçe başladık dağların arasından Karayalak Vadisinde tırmanmaya. Aslında bakınca efor olarak benim için çok da zor değildi. Ama ben biraz işin heyecanından ve az önce söylediğim gibi ilk defa böyle bir dağ trekkingi yapıyor olmamdan dolayı baya anın içindeydim sürekli.
Tırmana tırmana dağların arasındaki Karayalak Vadisinde çıkışımıza devam ettik. Amacımız Çelikbuyduran Geçidi’ne kadar çıkıp dağların öbür tarafına geçmekti. Tepedeki geçide yakın bir yerde öğle yemeğine kadar dört saat falan tırmandık herhalde. Sonra oturup güzelce yanımızda getirdiğimiz sandviçlerle öğle yemeğimizi yedik. Ondan sonra da oturduk dağ başında biraz kestirdik. İlginç oldu o da, dağın tepesinde uyumak. Güneş gelince acayip ısıtıyor ama bir yandan güneş gidince de esen soğuk rüzgar üşütüyor.
Sonrasında toplanıp yolumuza devam ettik ve kısa bir süre sonra ulaşmak istediğimiz ana yerlerden birisi olan Çelikbuyduran Geçidi’ni geçtik. Bu noktada artık 3000 metreyi çoktan geçmiştik. Galiba bu geçit 3450 metre civarındaydı.
Geçitten geçtikten sonra bu sefer hedef zirve idi. Günün “main event”i olan Emler Zirvesi’ne doğru çıkışa başadık. Bir arkadaş kendisi için zor olacağından dolayı zirveyi zorlamayıp bizi aşağıda bekledi. Tabi bu noktaya kadar zaten altı saattir yokuş yukarı yürüyoruz, zirveye çıkış da bizi iyice yordu. Ama yormasından çok biraz da tedirgin etti kayıp aşağı yuvarlanmayalım diye. Yine de bir şekilde zirveye vardık.
Benim hayatımda yürüyerek/tırmanarak çıktığım ilk zirve oldu, acayip güzel bir tecrübeydi. Zirvenin tepesindeki manzara da müthişti tahmin edeceğiniz gibi. Bir süre zirvenin keyfini çıkarıp inişe başladık. İniş açıkçası bence daha zordu. Hem düşme riski daha fazla olduğu için daha tedirgin edici, hem de iniş kesinlikle dizleri, quadları, bilekleri çok daha zorluyor. Zirvenin eteğine indiğimizde eklemlerim iyice ağrımaya başlamıştı.
Artık zirve sonrası biraz soluklanıp üçüncü gün kampımıza doğru yürüyüşe başladık. Çelikbuyduran Geçidinden geçip dağların arkasına geldiğimizde bizi Yedigöller Platosu karşılamıştı. Yaklaşık 3100 metre yüksekliğe sahip, etrafı zirvelerle çevrili bir plato Yedigöller Platosu. Üzerindeyken insan kendini dünyanın geri kalanından kopmuş hissediyor gerçekten. Platoda hafif eğimleri inip çıkarak tatlı tatlı ağrılar eşliğinde kampımıza doğru yürüdük. Bu yürüyüş de iki saat falan sürdü herhalde ama dağların arasında çok keyifli bir yürüyüştü. Doğayı doyasıya yaşadım.
Kampımız platonun kenarına doğru Direktaşı Tepesi’nin hemen dibindeydi. Yürüyüşün sonunda yorgun bir şekilde kampımıza gelip dinlendik ve yemek yedik. Kısa süre sonra uyudu herkes zaten. Tabi buradaki kamp yükseklikten dolayı baya soğuk olduğu için uyku tulumunu bu sefer tam anlamıyla kullandım. Soğuğa rağmen en rahat gecemdi. Ama bence günün en iyi kısmı benim için gece 03:00 civarındaydı.
Önceden kafamda zaten planlamıştım. Baya zor bir şekilde kalkıp kendimi zor ikna etsem de gece 03:00’te sıfır derece soğuğa rağmen çadırın dışına çıkıp yıldızlara baktım. Gerçekten burada anlatılamayacak kadar etkileyici bir manzaraydı. Samanyolu çok net bir şekilde belli oluyordu. Hayatımda gördüğüm en etkileyici şeylerden birisiydi kesinlikle. Bu manzara yetmezmiş gibi tam benim o an baktığım noktada kocaman bir yıldız kayması oldu. Sanki gökyüzüyle selamlaştık o anda. Dileğimi de tuttum tabi ki.
Artık burada 3000 metre yükseklikte olduğumuz için mi yoksa psikolojik mi, yoksa karanlıktan mı bilemiyorum ama insan hem kendini gökyüzüne daha yakın hissediyor, hem de ne kadar küçük olduğunu anlıyor. Biraz daha kalmak isterdim aslında ama soğuktu ve zifiri karanlık biraz da tedirgin etmedi desem yalan olur. Bir iki dakika daha gökyüzüne bakıp çadırıma girip uyumaya devam ettim. Belki başka zaman yanımda bana eşlik eden sıcak insanlarla daha güzel bir havada oturup daha uzun uzun bakarım bu gökyüzündeki arkadaşlara.
4. Gün – Aladağlar Yedigöller Platosu
Dördüncü gün biraz daha freestyle geçti. Önceki gün erken yatıp baya uyumuştuk. Sabah güzelce kahvaltımızı yapıp saat 09:00 civarı Yedigöller Platosunda yürümeye başladık. Çok bir hedefimiz olmadan yürüdük açıkçası bugün.
İlk önce Süner Tepesi’ne doğru gidelim dedik, oraya doğru yürümeye başladık. Aslında bugün ilk defa bende biraz heyecan azaldı. Belki bugün için çok bir hedefimiz olmadığındandır, belki biraz üzerimde yorgunluk vardır, bilemiyorum, ama sabah yola çıktığımızda bu sefer ilk defa aşırı hevesli değildim yürüyüşe. Neyse, yine de ekibe uyum sağlayarak keyifli bir şekilde yürümeye devam ettim.
Biz Süner Tepesi’ne çıkmaya başlayınca ekibin bir kısmı tırmanmaya ve zirveye çıkmaya çok istekli olmadıklarını belirttiler. Biraz ekipçe oturup konuştuk ne yapsak, iki gruba mı ayrılsak diye. Ama baktık hava da zirve tarafında bozmaya başlayınca ekip olarak vazgeçtik Süner Zirvesi’ne gitmekten. Başka başka yollardan Yedigöller Platosunda dolana dolana gezmeye devam ettik.
Göllerden birisinin kenarına geldik. Bazı arkadaşlar buz gibi suya girip yüzdüler. Sonrasında yine göl kenarında öğle yemeğimizi yiyip tekrardan platoda dolana dolana kampımıza geri döndük. Kampa döndüğümüzde saat 14:00 civarıydı. Aslında bugün zaten biraz dinlenmeye ayrılmış bir gündü, ama ekibin çoğunda bugünlük sadece bu kadar mı havası oluştu.
Kampın diğer tarafında bir vadinin ortasından gidilebilecek çok güzel patika bir yol varmış. Dedik ki opsiyonel olarak isteyenlerle beraber o tarafı gezelim. Yorgun arkadaşlar kampta kaldılar, biz geri kalan ekip yanımıza birer bira da aldık, başladık tekrardan yürüyüşe.
Yukarıdan, bir uçurumun üstünden, aşağıda uzanan ormana bakabileceğimiz bir noktaya varmaktı hedefimiz. Yaklaşık bir saatlik yürüyüş sonrası, çok da güzel yerlerden geçerek vardık istediğimiz noktaya. İyi ki de yürümüşüz açıkçası, inanılmaz bir manzara ile karşılaştık. Biraz oturup biralarımızı içtik, muhabbet ettik, çok keyifliydi. Sonrasında da yavaş yavaş dönüşe başladık.
Dönüşte ekibin bir kısmı vadinin güzel bir noktasında oturup biraz daha takılmak istediler. Ben ve bir arkadaş dönüşe devam edip vakitlice kampa döndük. Kamptaki arkadaşlarla da vakit geçirmek istedim biraz daha. İyi de oldu. Ben de biraz dinlenmiş oldum ekstradan. Sonrasında ise yemek ve çadıra çekilme rutiniyle bugüne de kapattık.
5. Gün – Teke Kalesi Zirvesi, Yıldız Gölü, Karagöl
Beşinci gün genel olarak en aksiyonlu günümüzdü galiba. Sabah yine erkenden kampımızda kahvaltımızı yapıp yürümeye başladık. Bir önceki güne göre çok daha heyecanlı başladım yürümeye, muhtemelen bir hedefimiz olarak yürüdüğümüz için. Amacımız artık en son kampımıza ulaşmaktı.
Bir süre güzel güzel yerlerden geçtikten sonra günün asıl event’i olan Teke Kalesi Zirvesi’nin eteklerine geldik. Aramızda yükseklik korkusu olan ve kondüsyonu iyi olmayan arkadaşlar biraz gerildiler tabi doğal olarak.
Yavaş yavaş çıkmaya başladık tepeye. İşler fena gitmiyordu ama bir noktada zorlu bir yere geldik. Ellerimizle kayalara tutunarak tırmanmamız gereken ve aynı zamanda altımızda kaygan çakıl taşı gibi olan çarşakların olduğu bir yerden geçmek zorunda kaldık. Burası grubu baya zorladı, arkadaşlardan bazıları gerilimden ağlama, panik atak noktasına geldiler, bazı noktalarda kitlenip kaldık. İş biraz trekking’den çıkıp tırmanışa döndü açıkçası. Beni çok zorlamasa da grubu bu kadar kastıracak bir rota olmasaydı da olurdu galiba.
Neyse bir şekilde sağ salim zirveye çıktıp tüm ekip. Zirvede iki gün sonra ilk defa telefonlarımız çekti, biraz insanlarla mesajlaştım. Sonrasında bu sefer çıkış kadar olmasa da zorlu inişimiz başladı. İnişin ortasında öğle yemeğimizi de yedik ve bir sıkıntı yaşamadan hep beraber dağdan indik. Böylece hayatımda bir zirve daha yapmış oldum, bu sefer ki 3500 metre civarı.
Günün geri kalanı daha tatlı yürüyüşle geçti. Küçük tepeler inip çıkarak kampa doğru yürüyüşümüze devam ettik. Yol üstünde yörüklerle de karşılaştık. Biraz oturup onlarla muhabbet ettik. Çok ilginç hayatlar gerçekten. Bu yürüyüşte ilk defa artık vücudumda genel bir yorgunluk hissetmeye başladım.
Akşamüstüne doğru kampımıza vardık. Kamp yine muhteşem bir doğanın içindeydi. Bir yanımızda Karagöl var diğer yanımızda ise dağlar. Burada da telefon çekmiyordu tabi. Kampta akşam da çok eğlendik, biraz rakı içtik, bol bol sohbet muhabbet ettik, bir nevi son gecemizi ve artık yavaştan bu seyahati bitirmeyi kutladık.
6. Gün – Aladağlar Maden Vadisi, Pınarbaşı
Son günümüzde çok erken kalkmadık. Zaten öyle çok fazla yürüyüş planımız da yoktu bugün için. Sabah 08:00 civarı kahvaltımızı yapıp, 09:00 gibi yürüyüşe başladık. Son günkü amacımız bizi havalimanına götürecek olan transfer aracının bizi alacağı noktaya ulaşmaktı. Yaklaşık 3-4 saat sürdü yürüyüşümüz. Yol çok taşlık olduğu için bilekler biraz zorlandı ama abartılacak bir şey değil.
Bugün artık anladım ki Aladağlar galiba bana bir tık yetmiş. Hani öyle son gün bir şikayetim yoktu ama herhangi bir sorun olmasa da üzerimde yürüyüşe karşı hafif bir isteksizlik, hadi artık yavaştan dönsek mi havası vardı. Ya da bilemiyorum tam olarak isteksizlik değil de belki de daha az heyecan diyebiliriz. Yine de yürüyüş keyifliydi. Eski maden geçitlerinin içinden geçtik.
Aladağlar seyahatinin sonu olarak bizi transferimizin beklediği noktaya vardık, Pınarbaşı civarlarında. Orada hızlıca öğlen yemeğimizi yiyip uçak saatine kadar biraz vakit geçirmek için rehberimizin köyünde bahçesinde oturabileceğimiz bir dağcı pansiyonuna gittik. Çok tatlı bir bahçede oturup çay içtik. Sonrasında da havalimanına doğru yola çıktık.
Havalimanı yolu aslında iki saatlik sıkıcı bir yoldu ama şöyle herhangi bir koltuğa oturup kulaklığımı takıp camdan dışarıya bakarak müzik dinlemeyi özlemişim açıkçası. Benim için çok yeni ve müthiş tecrübelerle dolu olan bu seyahati de böylece bitirmiş olduk.