Amerika’da ikinci yıl hem benim için, hem de tahmin ediyorum ki oda arkadaşlarım için, herkesin kendi işine gücüne baktığı bir yıl oldu. Çok öyle heyecan veren bir cümle değil bu biliyorum ama hatırladığım kadarıyla durum böyle idi.
Oda arkadaşlarımızla daha az görüşür olduk. İlk yıl çoğu şey hepimize yeniydi ve birbirimize birçok konuda destek oluyorduk. Ama tabi artık herkes alıştığı için Boston’da hayata birbirimize destek olduğumuz alanlar azaldı.
Tabi bazı şeylere alışmanın yanında bazı koşullar da bizi buna itti. Örneğin ilk sene hepimizin okul programı aynı sayılırdı. Anlaşılan full-time MBA’lerde genelde ilk yıllar benzer oluyor. Normal bir okul gibi hepimiz genelde evden sabah çıkardık, akşam aynı saatlerde evde olurduk, beraber yemek yerdik, takılırdık vs. vs. İkinci sene seçmeli dersler, farklı alanlara yönelmeler sonucu programlar farklılaştı. Hatta bir dönem benim asistanlık yaptığım saatler gecelere denk gelince birbirimizi neredeyse hiç göremediğimiz haftalar geçirdik.
İkinci yıl ben ve bir oda arkadaşım kendimize birer araba aldık. Ben geceleri okula gittiğim için bana araba şart olmuştu zaten. Evde iki araba olunca hinterlandımız da genişledi tabi. Yapılan farklı aktiviteler, gidilen farklı yerler herkesi ortak bir hayattan kendi özel hayatına itti. Kısacası dediğim gibi hayata alışmanın dışında herkes biraz kendi işine gücüne bakar oldu. Hayat da ister istemez hepimiz için biraz daha rutinleşti.
Rutin Demişken…
Rutin demişken şöyle bir şeyden bahsetmek istiyorum. İnsanlar çok düşünüyorlar nerede yaşamalıyım diye. Aslında her yer aynı belli bir rutine girince. Nerede yaşadığından çok ne yaptığına bakmalı. Tabi ki her yerin her insana farklı deneyimler katacak farklı yönleri var ama işte kafayı kaldırıp bunlara bakabiliyor olmak lazım. Yoksa nerde yaşarsan yaşa aynı. Bu biraz İstanbul’da yaşıyorsun da denizi görüyor musun sanki işine benziyor.
Bu düşünceler tabi bende sonradan, Türkiye’ye dönüp, bir süre evden çalışıp, sonra kendi işimi kurup 9-6 rutininin dışındaki hayatı birazcık öğrenince oluştu. Yani birazcık ben nerede yaşıyorum, etrafta ne var, herkes işteyken dışarısı nasılmış çıkıp bir bakayım diyebilecek duruma gelince. Yoksa Amerika’da da kafamızı eğip işimize gücümüze baktık. İşte oraya gitmişsin okula başla, ilk yılın sonundaki staj için uğraş, ikinci yıla başla, iş bul, işe gir çalış, terfi et, edemiyorsan başka iş ara, maaşını yükselt vs. vs. Dünyanın neresine gitsen genelde böyledir zaten herhalde olay.
Biraz kafayı kaldırıp ben nerede yaşıyorum, yaşadığım yerin yaşarken tadını çıkarayım demedikten sonra pek fark etmiyor lokasyon. Ha Amerika’da gezmedik mi gezdik tabi. Yılda bir iki kere arkadaşlarla plan yapıp gittik bir yerlere. Ama anlatmak istediğim böyle aralarda olan şeyler değil. Her günkü rutinin içinde birazcık farkına ve tadına varabilmek yaşadığımız yerin. Bunu yapamadıktan sonra kafayı çok kırmaya gerek yok bence sürekli nerede yaşamalıyım diye düşünüp düşünüp. Neyse konudan çok saptık, ben Amerika’da ikinci yılı anlatmaya devam edeyim.
Geçiş Yılı
Amerikada ikinci yıl biraz da geçiş yılı gibi bir şey oldu. Geçiş yılı dememin ana sebebi okulun bitip işe hazırlanıyor olmamızdı. Amerika’da okuyan bir yabancı olarak eğer okuduktan sonra çalışmaya başlayıp Amerika’da kalmak istiyorsan 3 ay süren var. Okul bittikten 3 ay sonra hala bir yerde işe başlamamışsan ülkene geri dönmen gerekiyor. Oda arkadaşlarım ve ben hepimiz bir iş bulup Amerika’da kalmak istediğimiz için de doğal olarak hepimizin odağı iş arayışları oldu.
Ben şanslıydım işi erken buldum. Okulun ikinci yılı Eylül gibi başlamıştı. Ben kendime yaz stajı bulamamıştım. Hal böyle olunca yazın yüklendim birazcık iş başvurularına. Şansım da yaver gitti. Vistaprint adında bir şirketten teklif aldım ve kabul ettim. İş konusunda bir teklif alınca, erken de olsa başka bir iş araştırmayı kestim. Bu konuda pek hırslı değildim. Aslında okulun bitmesine çok vardı. Etrafımdaki bir çok insan tek teklifle yetinmeyip farklı farklı teklifler bulmaya çalıştılar. Mantıklı da aslında. Ben herhalde aldığım teklifi ve işi de beğenmişim ki sonrasında ekstra bir arayışa girmedim. Dediğim gibi pek de hırslı değildim bu konuda. Önceliğim aslında on numara bir iş bulmaktansa, ülkede kalmamı sağlayacak bir iş bulmaktı. Bunun da etkisi oldu.
Zaten ben genelde bir şeyi beğendim mi pek devam etmiyorum sanki arayışlarıma. Kıyafet falan alırken kendime girdiğim ilk mağazada beğendiğim bir şey bulursam, diğer mağazalara da bir bakayım illa demiyorum genelde. Veya beğendiğim bir bar veya restoran varsa daha iyisini bulurum diye bir arayış içinde olmuyorum, sıkılmıyorum hep aynı yere gitmekten. Müzik hariç gerçi. Diyelim Spotify’da bir playlist var dinlediğim. Güzel bir şarkıya denk gelsem de, ulan bir sonraki şarkı daha iyi olabilir diye sürekli geçip duruyorum şarkıları. Sonunda hiç bir şarkıyı tam dinleyemediğimle kalıyorum. Neyse uzatmayalım.
Okul Zamanı, İş Kafası
Ben işi erken bulunca okulu iyice saldım. Zaten biraz bıkmıştım okumaktan. Yani MBA iyi hoş da çok ödevi, projesi var. Açıkcası öyle herhangi bir dersten kalma gibi bir derdim de yoktu. İş falan bulduğum için çok not ortalaması kasma gibi bir gereksinimim de yoktu. Hal böyle olunca insan ister istemez şu okul bir bitsin de kurtulalım moduna giriyor.
Okuldan bıktığım aslında mezuniyetime kimseyi çağırmamamdan belli. Ne bileyim üniversiteden mezun olurken işin bir heyecanı, havası var. İşte annen babanlar geliyor, herkes heyecanlı, hayatında büyük bir olay falan. Ama anlaşılan o heyecan orada kalmış. Pek bir önemi yoktu bana MBA mezuniyetimin, formalite sadece. Annemlere de boşuna masraf edip gelmeyin, daha uygun bir zamanda gelirsiniz gezeriz ederiz dedim zaten. Boston’daki birkaç arkadaşımla hallettik mezuniyet olayını.
Okulun bitişiyle Amerika’daki ikinci yılım da bitmiş oldu benim için. Hızlı değişiklikler oldu sonrasında hayatımda. Öğrenci vizesinden işçi vizesine geçişle ilgili bazı durumlardan dolayı okul bittikten sonra yazın Türkiye’ye gidemedim. Hal böyle olunca ben de boş boş ne duracağım dedim. Şirketin de işine gelince okul bittikten 2-3 hafta sonra işe başladım hemen. Aynı anda hızlıca taşındım. Boston’da şehrin göbeğindeki güzel evden ve oda arkadaşlarımdan ayrılıp şehrin dışında bir evde tek başıma yaşamaya başladım. Yurtdışında yaşamak insana çok şey öğretiyor ve tecrübe ettiriyor. Ama bunlar Amerika’da üçüncü yılın konusu.
Bir de şöyle bir şey var. Boston’a çok kar yağabiliyormuş. İkinci yılımızda canlı canlı görerek öğrendik bunu.